Yaptığı önemli çalışmalarla bilinen YESO-DER gezi parkı ile ilgili önemli bir rapor yayınladı.
14.06.2013 – 25.06.2013 tarihleri arasında İstanbul, Ankara, İzmir ve Mersin'de gerçekleştirilen araştırma 1000 kişi ile birebir görüşülerek yapıldı.
İŞTE YESO-DER'in yayınladığı o önemli rapor...
Araştırmamız İzmir, Ankara, İstanbul ve Mersin'de gerçekleştirilmiştir. Anket çalışmamızın %34'ünü Mersin, % 26'sını İzmir, % 23 'ünü İstanbul ve % 17'sini Ankara'da bulunan bireyler oluşturmuştur.
Örneklem grubumuzun cinsiyet oranı birbirine yakın değerler içermektedir.
Araştırmamızın % 45,5'ini kadın, % 53'ünü erkek ve % 1,5'ini diğer seçeneğini işaretleyen bireyler oluşturmaktadır. Genel olarak araştırmamıza katılanların yaş ortalaması 18 – 25 arası olan "genç yaş grubu" oluşturmuştur. Bu yaş aralığında araştırmaya katılanların oranı % 69' dur. Araştırmamızın % 20,5 'lik
dilimini de" orta yaş grubu" oluşturmaktadır. Genel olarak ankete katılan bireylerin eğitim düzeyleri yüksek öğretim mezunu olan bireylerdir(% 57). Bunun yanı sıra % 38'lik kısım orta öğretim mezunudur. Ancak anketi uygulama sırasında yapılan mülakatlarda bu bireylerin büyük bir çoğunluğunun halen üniversite öğrencisi olma durumu göz ardı edilmemelidir. Geriye kalan % 5'lik dilimi ise ilköğretim mezunlarıdır.
Örnekleme ait diğer bir demografi verileri ankete katılanların sosyo–ekonomik ve sosyo- kültürel durumları oluşturmuştur.
Sosyo-ekonomi durum verilerini incelediğimizde araştırmamıza katılan bireylerin %55'i orta seviyededirler. %17, 9 'u ortanın üstü, % 14, 6'sı ortanın altı seviyesinde kendilerini görmektedirler. % 3, 4 ekonomik açıdan kendilerini üst seviyede görürken; % 7 ise karasız olduklarını belirtmişlerdir. Sosyo-kültürel durumda ise araştırmaya katılanların % 55'i kendini orta seviyede tanımlarken; %3'ü kendilerini üst seviyede tanımlamışlardır. Ancak özellikle sosyolojik araştırma yaparken sosyo–kültürel ve sosyo- ekonomik durumun birbiriyle bağlantılı olduğu her zaman için göz önünde bulundurulmalıdır. Ayrıca dikkat edilmesi gereken diğer bir husus ise bireyler kendilerini sosyo-ekonomik ve sosyo–kültürel bağlamda tanımladıkları zaman sübjektif davranış gösterebilirler. Çünkü bu iki kavram sosyolojik araştırmalarda göreli kavramlara örnek teşkil etmektedir.
Medya, büyük iletişim ve yayın organlarının tümüne verilen addır. Yani, televizyon, radyo, gazete, dergi, internet ve türevleri. Genel olarak kitle iletişim araçları olarak da adlandırılırlar. İletişim ise duygu, düşünce veya bilgilerin akla gelebilecek her türlü yolla başkalarına aktarılması, bildirişim, haberleşme, komünikasyondur (TDK). Burton ve Dimbleby'in çalışmalarında, iletişimin beş ayrı kullanım biçiminden söz edilir. Bunlar: kişinin içsel iletişimi, bireyler arası iletişim, grup iletişimi, kitle iletişimi ve kitle dışı iletişim biçiminde tanımlanmaktadır.(Usluata,1995:43) Bu bağlamda ankete katılanların medyayı ve medyanın hangi türevlerini takip ettiklerini incelediğimizde birbirine yakın dağılımların söz konusu olduğunu görmekteyiz. Bunları yüzde dilimi olarak gösterecek olursak: % 32 internet haber portallarını, %30 sosyal paylaşım ağlarını, % 16 gazeteleri, %4 radyoları ve % 7'lik kesim ise tüm medya türevlerini takip ettiğini belirtmiştir.
Yapılan araştırmalardan önce Gezi Parkı Olaylarında sosyal ağların büyük etkisi olduğu öngörüsü hâkimdi. Bu bağlamda sosyal ağların toplumsal problemler üzerinde farkındalığa ve buna bağlı olarak örgütlenmelere ne kadar etkisi olduğuna araştırmamızda yer verdik. Sonuçlar önceden var olan öngörünün doğruluğunu destekler niteliktedir. Çünkü ankete katılan bireylerin % 94' ü sosyal ağların, toplumsal problemlerin farkındalığında ve örgütlenilmesinde etkili olduğunu düşünmektedirler.
Medya bireylerin tutum ve davranışlarını etkileyebilme ve bunları değiştirme gücüne sahiptir. Yalnızca bireyler değil, onların yanı sıra toplumsal gruplar, organizasyonlar, toplumsal kurumlar, kısacası bütün toplum ve kültür, medyanın gücünün etkileme alanının içindedir. Bu nedenle medya kuruluşlarının her zaman için ilk ilkesi objektiflik olmalıdır. Ancak yaptığımız araştırmada bireylerin % 90'ı medyanın objektif bir şekilde değil de olayları sansüre uğratarak aktardığı düşüncesidirler. Ankete katılan bireylerin % 6 'sı kısmen sansür olduğunu % 3' ü sansür olmadığını düşünmektedir. Toplumsal hareketlerin oluşmasında medyanın büyük bir etkisi vardır. Nitekim halka yapılan yanlış bilgilendirmeler toplumsal çatışmaların büyümesine zemin hazırlar. Bu nedenle medya, yıkıcı bir misyon yüklenmek yerine yapıcı bir misyon yüklenmelidir.
Dünyada küreselleşmenin ortaya çıkmasıyla birlikte bilgiye ulaşma imkânları artmıştır. Bu anlamda toplumsal olaylarda, sadece ulusal medyaların değil uluslar arası medyalarında etkisi söz konusudur. Uluslar arası medyanın uluslar arası siyasette büyük rol oynadığı sosyolojik bir gerçektir. Bu nedenle toplumsal olayları yönlendirmede ulusal medyaların sansür uygulamasında olduğu gibi uluslar arası medyaların da olayları çarpıtması toplumsal çatışmaları artırır. Bu bağlamda uluslar arası medya hakkında ankete katıların düşüncelerini araştırdığımızda % 59' u protestoların dış basında çarpıtılmadığını % 20'si çarpıtıldığını, % 19'u kısmen çarpıtıldığını düşünmektedirler. % 2'lik dilim ise bu konuda kararsız kalmışlardır.
Ankete katılan bireylere orada bulunmalarının öncelikli nedenlerini sorduğumuzda: % 23'ü vicdani sorumluluktan dolayı, % 13'ü siyasi tutumlarından dolayı, % 9'u sosyal çevrenin etkisiyle, % 7' si çevreye olan duyarlılıklarından dolayı ve % 52'si saydığımız sebeplerin hepsinden dolayı orada bulunduklarını belirtmişlerdir. %3 ise ankette sunduğumuz "Diğer" sebeplerden dolayı orda olduklarını belirtmişlerdir. Ancak anket sırasında yaptığımız mülakatlarda eyleme katılma amacı konusunda tam bir mutabakat olmadığını gözlemledik. Uygulama sırasında yaptığımız gözlemlerde farklı düşünceleri savunan sosyal hareket oluşumlarının eyleme destek verdiğini saptadık. Kimileri nükleer karşıtlığı için, kimileri eşcinsellerin hak ve taleplerini dile getirmek için, kimileri de hükümet politikalarından rahatsız oldukları için orada bulunmaktaydı. Bu bağlamda sosyolojik bir açıklama getirecek olursak Gezi Parkı Olaylarının, organize bir özellik göstermediği, spontane bir şekilde geliştiği açık ve nettir.
Araştırmamıza katılan bireylere yönelttiğimiz "Olayların bu raddeye gelmesi aşamasında siyasi liderlerin söylemlerinin sürece olumsuz yönde etki ettiği görüşüne katılıyor musunuz?" sorusuna aldığımız cevapların oransal dağılımı şu şekildedir:
Kesinlikle Katılıyorum %73,50, Katılıyorum %17, Kararsızım %5.50, Katılmıyorum %2.50 ve Kesinlikle Katılmıyorum %1. Siyasi liderlerin sürece dair söylemleri olayları yönlendirmede yadsınamayacak bir etkiye sahip olmuştur. Oransal dağılımdan çıkarım yapacak olursak bireylerin büyük çoğunluğu bu söylemlerin sürece olumsuz etki ettiği görüşündedir. Demokrasilerde özellikle topluma mal olmuş kişilerin, siyasi liderlerin, sanatçıların sürece yönelik değerlendirmeleri daha çok yapıcı bir nitelik taşıyıp, kışkırtıcı ve çatışmacı üsluptan uzak olmalıdır. Özellikle yöneticilerin çoğunlukçu demokrasi anlayışından sıyrılarak çoğulcu demokrasi anlayışı ile toplumun her kesiminin görüş ve taleplerine kulak vermesi, farklılıkları zenginlik olarak değerlendirmesi gerekmektedir.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi Gezi Parkı Olayları çevresel bir hareket olarak başlamış ancak daha sonra politikleşmiştir. Peki, bu bireylerin siyasi bir partiye yakınlığı söz konusu mudur? Araştırma sonuçlarını değerlendirdiğimizde % 60'nın siyasi bir partiye yakınlıkları yoktur. % 38 siyasi bir partiye yakınlıkları var, % 2 ise bu konuda kararsız kalmışlardır. Ankete katılanların % 43 'ü eylemlere katılmada siyasi yönelimlerinin etkisi olmadığı düşüncesindedirler. Araştırmamıza katılan bireylerin %82'si "Aileniz ile gezi parkı eylemleri konusunda aynı fikirde olduğunuzu düşünüyor musunuz?" sorusuna evet cevabını verirken, %6'sı hayır demiştir. Kısmen aynı görüşte olduğunu düşünenler %10'luk dilimi oluştururken bu konuda kararsız olanlar %1 oranını oluşturmuştur. Aile bireyin sosyalizasyon sürecinde en önemli etkiye sahip olan toplumsal birimdir. Bu soru dağılımındaki oranlardan yola çıkarak aile içindeki görüşlerin homojen bir yapıya sahip olduğunu, karşılıklı olarak birbirini etkilediğini, ebeveyn ve çocukların gezi parkı eylemlerine yönelik tutum ve düşüncelerinin yüksek oranda benzeştiğini söyleyebiliriz.
Katılımcılara gezi parkı olaylarının çıkış nedeninin yöneltildiği sorumuza bireylerin %8'i AVM yapımı ve betonlaşma yanıtını, %9'u siyasi tutum yanıtını, %1'i alkol düzenlemesi yasası yanıtını, %16'sı ise yaşam tarzına müdahale yanıtını vermiştir. Katılımcıların %63'ü tüm seçenekleri bütünleştiren hepsi yanıtını işaretlemişken %2'si diğer seçeneğini işaretlemiştir.
Gezi parkı olayları, bilindiği gibi başlarda kendini çevresel bir hareket olarak göstermiştir. Ancak ilerleyen zamanlarda bu olaylar politik bir hüviyet kazanmıştır. Gezi parkı protestolarının oluşum aşamasında insanlar tamamen demokratik haklarını kullanarak barışçıl bir şekilde çevre duyarlılığı ile eyleme destek vermiştir. Özünde ilk günden beri ortak bir amaç etrafında oluşturulan protestolar ilerleyen günlerde ve protestoların daha geniş kitlelere yayılmasıyla birlikte farklı fraksiyonlar oluşturmaya başlamıştır. Eyleme kimlik belirlenmesi ya da ortaya ortak bir amaç koyulması edinilen bilgiler doğrultusunda sağlıklı olmayacaktır. İnsanlar mevcut durumlara, gerek uygulanan politikalara gerekse yaşam tarzlarındaki farklılığın savunusu olarak hoşnutsuzluk ve rahatsızlıklarını dile getirmek amacıyla eylemlere destek vermiştir.
Araştırmamıza katılan bireylere yönelttiğimiz "Gezi Parkı olaylarının nasıl biteceğini düşünüyorsunuz?" sorusuna katılımcıların %15'i siyasal tutumun yumuşaması yanıtını verirken, %5'i yeşile olan hassasiyetin ve doğa bilincinin oluşmasıyla sonuçlanabileceğini, %12,50'si yasaklama ve sınırlandırmaların ölçülü olmasıyla sonuçlanabileceğini öngörmüştür. Katılımcıların %15'i seçim veya referandum seçeneğini işaretlerken, %30'u sunulan önerilerin tümünü kapsayan hepsi seçeneğini işaretlemiş ve son olarak katılımcıların %20'si diğer seçeneğini tercih etmiştir.
TARTIŞMA VE SONUÇ
"Gezi Parkı" eylemleri araştırma sonuçlarının bize gösterdiği şey, meselenin sadece dışarıdan bakılarak anlaşılabilecek bir toplumsal olay olmadığı gerçeğidir. Nitekim salt kuramsal düzeyde bir değerlendirme çok yanlış sonuçlar doğuracaktır. Örneğin E.Durkheim, İntiharların bekârlarda daha fazla görülebileceğini önceler. Ancak bugün Türkiye'de açıklanan intihar istatistiklerine baktığımızda evlilerde intiharın daha fazla meydana geldiğini görebiliyoruz. Dolayısıyla Medyada bu konu ile ilgili yapılan birçok yorum ve analizin de, -Gezi Parkı- eylemlerinin oluşum ve gelişimi ile ilgili yetersiz tespitlerdir. Daha çok yorumlayıcı sosyoloji kıskacından kurtulamamıştır. Bir kısım yorumcu meseleyi sadece kentli orta sınıfların isyanı olarak; bir kısmı da ulusal sol ile liberallerin ortak duygularının dışa vurumu olarak yorumladı. Oysa araştırma sonucumuz gösterdi ki mesele aslında masumane bir hak arama mücadelesiydi.
Gezi Parkı eylemlerinin öne çıkan ayrıntıları:
•Çoğulcu bir kimliğe sahip olan,
•Çevre hassasiyeti olan,
•Daha çok 18-25 arası gençlerden meydana gelen,
•Daha çok üniversite ve lise gençliğini içerisinde barındıran,
•Muhalefetin yeterliliğini sorgulatan,
•Demokrasi taleplerini doğrudan isteyen (Temsiliyetsiz),
•Mevcut demokrasi türünü eleştiren, (Katılımcı bir demokrasi biçimini arzu eden)
•Medyanın irtifa kaybettiğini gösteren,
•Dış mihrakların bir şehir efsanesi olduğunu ortaya koyan,
•Siyasal tutumu otoriter bulan,
•Kolluk kuvvetlerini acımasız bulan,
•Ebeveyn-Genç ortak görüşünü yansıtan … şeklinde özetlemek kanaatimizce doğru bir sonuç olacaktır.
Tüm bu bilgiler ışığında:
-Taksim direnişlerine destek veren insanların isteklerinde, karşı durmayı tercih ettikleri olay ve olgularda haklılık payı var mı? Söz konusu projenin iptal edilmesi, projeye devam edilmesi veya proje süresinin ötelenmesi gibi arttırılabilir alternatiflerden hangisinin hayata geçirilmesinin toplumun huzur ve barışının inşası adına, getirisi daha fazla olur? Tüm bu sorular bu araştırma çerçevesinde değerlendirilip bütün alakadarların doğru çıkarımları yapmaları gerekir. Siyasi veya psikolojik okumadan ziyade, harekete sağduyu çerçevesinde bakmak toplumumuza daha fazla yarar sağlayacaktır.
-Çevreci sosyal hareketlerin alt nedenlerini doğuran hızlı nüfus artışı, sanayileşmeye bağlı olarak doğanın tahribatı, dengesiz kentleşme gibi faktörlerin iyi yorumlanması gerekmektedir. Ayrıca katılımcı demokrasinin gereği olarak kendilerini yeterince ifade edemediğini düşünen grupların hak ve taleplerinin dikkate alınmalıdır. Böylece katılıma teşvik, insanların fikir ve görüşlerinin onlarla ve çevreyle ilgili olan kararların alınması aşamasında, değerli olduğu algısının yaratılması, sürece olumlu yönde etki edecektir.
(Sbhaberportal)
14.06.2013 – 25.06.2013 tarihleri arasında İstanbul, Ankara, İzmir ve Mersin'de gerçekleştirilen araştırma 1000 kişi ile birebir görüşülerek yapıldı.
İŞTE YESO-DER'in yayınladığı o önemli rapor...
Araştırmamız İzmir, Ankara, İstanbul ve Mersin'de gerçekleştirilmiştir. Anket çalışmamızın %34'ünü Mersin, % 26'sını İzmir, % 23 'ünü İstanbul ve % 17'sini Ankara'da bulunan bireyler oluşturmuştur.
Örneklem grubumuzun cinsiyet oranı birbirine yakın değerler içermektedir.
Araştırmamızın % 45,5'ini kadın, % 53'ünü erkek ve % 1,5'ini diğer seçeneğini işaretleyen bireyler oluşturmaktadır. Genel olarak araştırmamıza katılanların yaş ortalaması 18 – 25 arası olan "genç yaş grubu" oluşturmuştur. Bu yaş aralığında araştırmaya katılanların oranı % 69' dur. Araştırmamızın % 20,5 'lik
dilimini de" orta yaş grubu" oluşturmaktadır. Genel olarak ankete katılan bireylerin eğitim düzeyleri yüksek öğretim mezunu olan bireylerdir(% 57). Bunun yanı sıra % 38'lik kısım orta öğretim mezunudur. Ancak anketi uygulama sırasında yapılan mülakatlarda bu bireylerin büyük bir çoğunluğunun halen üniversite öğrencisi olma durumu göz ardı edilmemelidir. Geriye kalan % 5'lik dilimi ise ilköğretim mezunlarıdır.
Örnekleme ait diğer bir demografi verileri ankete katılanların sosyo–ekonomik ve sosyo- kültürel durumları oluşturmuştur.
Sosyo-ekonomi durum verilerini incelediğimizde araştırmamıza katılan bireylerin %55'i orta seviyededirler. %17, 9 'u ortanın üstü, % 14, 6'sı ortanın altı seviyesinde kendilerini görmektedirler. % 3, 4 ekonomik açıdan kendilerini üst seviyede görürken; % 7 ise karasız olduklarını belirtmişlerdir. Sosyo-kültürel durumda ise araştırmaya katılanların % 55'i kendini orta seviyede tanımlarken; %3'ü kendilerini üst seviyede tanımlamışlardır. Ancak özellikle sosyolojik araştırma yaparken sosyo–kültürel ve sosyo- ekonomik durumun birbiriyle bağlantılı olduğu her zaman için göz önünde bulundurulmalıdır. Ayrıca dikkat edilmesi gereken diğer bir husus ise bireyler kendilerini sosyo-ekonomik ve sosyo–kültürel bağlamda tanımladıkları zaman sübjektif davranış gösterebilirler. Çünkü bu iki kavram sosyolojik araştırmalarda göreli kavramlara örnek teşkil etmektedir.
Medya, büyük iletişim ve yayın organlarının tümüne verilen addır. Yani, televizyon, radyo, gazete, dergi, internet ve türevleri. Genel olarak kitle iletişim araçları olarak da adlandırılırlar. İletişim ise duygu, düşünce veya bilgilerin akla gelebilecek her türlü yolla başkalarına aktarılması, bildirişim, haberleşme, komünikasyondur (TDK). Burton ve Dimbleby'in çalışmalarında, iletişimin beş ayrı kullanım biçiminden söz edilir. Bunlar: kişinin içsel iletişimi, bireyler arası iletişim, grup iletişimi, kitle iletişimi ve kitle dışı iletişim biçiminde tanımlanmaktadır.(Usluata,1995:43) Bu bağlamda ankete katılanların medyayı ve medyanın hangi türevlerini takip ettiklerini incelediğimizde birbirine yakın dağılımların söz konusu olduğunu görmekteyiz. Bunları yüzde dilimi olarak gösterecek olursak: % 32 internet haber portallarını, %30 sosyal paylaşım ağlarını, % 16 gazeteleri, %4 radyoları ve % 7'lik kesim ise tüm medya türevlerini takip ettiğini belirtmiştir.
Yapılan araştırmalardan önce Gezi Parkı Olaylarında sosyal ağların büyük etkisi olduğu öngörüsü hâkimdi. Bu bağlamda sosyal ağların toplumsal problemler üzerinde farkındalığa ve buna bağlı olarak örgütlenmelere ne kadar etkisi olduğuna araştırmamızda yer verdik. Sonuçlar önceden var olan öngörünün doğruluğunu destekler niteliktedir. Çünkü ankete katılan bireylerin % 94' ü sosyal ağların, toplumsal problemlerin farkındalığında ve örgütlenilmesinde etkili olduğunu düşünmektedirler.
Medya bireylerin tutum ve davranışlarını etkileyebilme ve bunları değiştirme gücüne sahiptir. Yalnızca bireyler değil, onların yanı sıra toplumsal gruplar, organizasyonlar, toplumsal kurumlar, kısacası bütün toplum ve kültür, medyanın gücünün etkileme alanının içindedir. Bu nedenle medya kuruluşlarının her zaman için ilk ilkesi objektiflik olmalıdır. Ancak yaptığımız araştırmada bireylerin % 90'ı medyanın objektif bir şekilde değil de olayları sansüre uğratarak aktardığı düşüncesidirler. Ankete katılan bireylerin % 6 'sı kısmen sansür olduğunu % 3' ü sansür olmadığını düşünmektedir. Toplumsal hareketlerin oluşmasında medyanın büyük bir etkisi vardır. Nitekim halka yapılan yanlış bilgilendirmeler toplumsal çatışmaların büyümesine zemin hazırlar. Bu nedenle medya, yıkıcı bir misyon yüklenmek yerine yapıcı bir misyon yüklenmelidir.
Dünyada küreselleşmenin ortaya çıkmasıyla birlikte bilgiye ulaşma imkânları artmıştır. Bu anlamda toplumsal olaylarda, sadece ulusal medyaların değil uluslar arası medyalarında etkisi söz konusudur. Uluslar arası medyanın uluslar arası siyasette büyük rol oynadığı sosyolojik bir gerçektir. Bu nedenle toplumsal olayları yönlendirmede ulusal medyaların sansür uygulamasında olduğu gibi uluslar arası medyaların da olayları çarpıtması toplumsal çatışmaları artırır. Bu bağlamda uluslar arası medya hakkında ankete katıların düşüncelerini araştırdığımızda % 59' u protestoların dış basında çarpıtılmadığını % 20'si çarpıtıldığını, % 19'u kısmen çarpıtıldığını düşünmektedirler. % 2'lik dilim ise bu konuda kararsız kalmışlardır.
Ankete katılan bireylere orada bulunmalarının öncelikli nedenlerini sorduğumuzda: % 23'ü vicdani sorumluluktan dolayı, % 13'ü siyasi tutumlarından dolayı, % 9'u sosyal çevrenin etkisiyle, % 7' si çevreye olan duyarlılıklarından dolayı ve % 52'si saydığımız sebeplerin hepsinden dolayı orada bulunduklarını belirtmişlerdir. %3 ise ankette sunduğumuz "Diğer" sebeplerden dolayı orda olduklarını belirtmişlerdir. Ancak anket sırasında yaptığımız mülakatlarda eyleme katılma amacı konusunda tam bir mutabakat olmadığını gözlemledik. Uygulama sırasında yaptığımız gözlemlerde farklı düşünceleri savunan sosyal hareket oluşumlarının eyleme destek verdiğini saptadık. Kimileri nükleer karşıtlığı için, kimileri eşcinsellerin hak ve taleplerini dile getirmek için, kimileri de hükümet politikalarından rahatsız oldukları için orada bulunmaktaydı. Bu bağlamda sosyolojik bir açıklama getirecek olursak Gezi Parkı Olaylarının, organize bir özellik göstermediği, spontane bir şekilde geliştiği açık ve nettir.
Araştırmamıza katılan bireylere yönelttiğimiz "Olayların bu raddeye gelmesi aşamasında siyasi liderlerin söylemlerinin sürece olumsuz yönde etki ettiği görüşüne katılıyor musunuz?" sorusuna aldığımız cevapların oransal dağılımı şu şekildedir:
Kesinlikle Katılıyorum %73,50, Katılıyorum %17, Kararsızım %5.50, Katılmıyorum %2.50 ve Kesinlikle Katılmıyorum %1. Siyasi liderlerin sürece dair söylemleri olayları yönlendirmede yadsınamayacak bir etkiye sahip olmuştur. Oransal dağılımdan çıkarım yapacak olursak bireylerin büyük çoğunluğu bu söylemlerin sürece olumsuz etki ettiği görüşündedir. Demokrasilerde özellikle topluma mal olmuş kişilerin, siyasi liderlerin, sanatçıların sürece yönelik değerlendirmeleri daha çok yapıcı bir nitelik taşıyıp, kışkırtıcı ve çatışmacı üsluptan uzak olmalıdır. Özellikle yöneticilerin çoğunlukçu demokrasi anlayışından sıyrılarak çoğulcu demokrasi anlayışı ile toplumun her kesiminin görüş ve taleplerine kulak vermesi, farklılıkları zenginlik olarak değerlendirmesi gerekmektedir.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi Gezi Parkı Olayları çevresel bir hareket olarak başlamış ancak daha sonra politikleşmiştir. Peki, bu bireylerin siyasi bir partiye yakınlığı söz konusu mudur? Araştırma sonuçlarını değerlendirdiğimizde % 60'nın siyasi bir partiye yakınlıkları yoktur. % 38 siyasi bir partiye yakınlıkları var, % 2 ise bu konuda kararsız kalmışlardır. Ankete katılanların % 43 'ü eylemlere katılmada siyasi yönelimlerinin etkisi olmadığı düşüncesindedirler. Araştırmamıza katılan bireylerin %82'si "Aileniz ile gezi parkı eylemleri konusunda aynı fikirde olduğunuzu düşünüyor musunuz?" sorusuna evet cevabını verirken, %6'sı hayır demiştir. Kısmen aynı görüşte olduğunu düşünenler %10'luk dilimi oluştururken bu konuda kararsız olanlar %1 oranını oluşturmuştur. Aile bireyin sosyalizasyon sürecinde en önemli etkiye sahip olan toplumsal birimdir. Bu soru dağılımındaki oranlardan yola çıkarak aile içindeki görüşlerin homojen bir yapıya sahip olduğunu, karşılıklı olarak birbirini etkilediğini, ebeveyn ve çocukların gezi parkı eylemlerine yönelik tutum ve düşüncelerinin yüksek oranda benzeştiğini söyleyebiliriz.
Katılımcılara gezi parkı olaylarının çıkış nedeninin yöneltildiği sorumuza bireylerin %8'i AVM yapımı ve betonlaşma yanıtını, %9'u siyasi tutum yanıtını, %1'i alkol düzenlemesi yasası yanıtını, %16'sı ise yaşam tarzına müdahale yanıtını vermiştir. Katılımcıların %63'ü tüm seçenekleri bütünleştiren hepsi yanıtını işaretlemişken %2'si diğer seçeneğini işaretlemiştir.
Gezi parkı olayları, bilindiği gibi başlarda kendini çevresel bir hareket olarak göstermiştir. Ancak ilerleyen zamanlarda bu olaylar politik bir hüviyet kazanmıştır. Gezi parkı protestolarının oluşum aşamasında insanlar tamamen demokratik haklarını kullanarak barışçıl bir şekilde çevre duyarlılığı ile eyleme destek vermiştir. Özünde ilk günden beri ortak bir amaç etrafında oluşturulan protestolar ilerleyen günlerde ve protestoların daha geniş kitlelere yayılmasıyla birlikte farklı fraksiyonlar oluşturmaya başlamıştır. Eyleme kimlik belirlenmesi ya da ortaya ortak bir amaç koyulması edinilen bilgiler doğrultusunda sağlıklı olmayacaktır. İnsanlar mevcut durumlara, gerek uygulanan politikalara gerekse yaşam tarzlarındaki farklılığın savunusu olarak hoşnutsuzluk ve rahatsızlıklarını dile getirmek amacıyla eylemlere destek vermiştir.
Araştırmamıza katılan bireylere yönelttiğimiz "Gezi Parkı olaylarının nasıl biteceğini düşünüyorsunuz?" sorusuna katılımcıların %15'i siyasal tutumun yumuşaması yanıtını verirken, %5'i yeşile olan hassasiyetin ve doğa bilincinin oluşmasıyla sonuçlanabileceğini, %12,50'si yasaklama ve sınırlandırmaların ölçülü olmasıyla sonuçlanabileceğini öngörmüştür. Katılımcıların %15'i seçim veya referandum seçeneğini işaretlerken, %30'u sunulan önerilerin tümünü kapsayan hepsi seçeneğini işaretlemiş ve son olarak katılımcıların %20'si diğer seçeneğini tercih etmiştir.
TARTIŞMA VE SONUÇ
"Gezi Parkı" eylemleri araştırma sonuçlarının bize gösterdiği şey, meselenin sadece dışarıdan bakılarak anlaşılabilecek bir toplumsal olay olmadığı gerçeğidir. Nitekim salt kuramsal düzeyde bir değerlendirme çok yanlış sonuçlar doğuracaktır. Örneğin E.Durkheim, İntiharların bekârlarda daha fazla görülebileceğini önceler. Ancak bugün Türkiye'de açıklanan intihar istatistiklerine baktığımızda evlilerde intiharın daha fazla meydana geldiğini görebiliyoruz. Dolayısıyla Medyada bu konu ile ilgili yapılan birçok yorum ve analizin de, -Gezi Parkı- eylemlerinin oluşum ve gelişimi ile ilgili yetersiz tespitlerdir. Daha çok yorumlayıcı sosyoloji kıskacından kurtulamamıştır. Bir kısım yorumcu meseleyi sadece kentli orta sınıfların isyanı olarak; bir kısmı da ulusal sol ile liberallerin ortak duygularının dışa vurumu olarak yorumladı. Oysa araştırma sonucumuz gösterdi ki mesele aslında masumane bir hak arama mücadelesiydi.
Gezi Parkı eylemlerinin öne çıkan ayrıntıları:
•Çoğulcu bir kimliğe sahip olan,
•Çevre hassasiyeti olan,
•Daha çok 18-25 arası gençlerden meydana gelen,
•Daha çok üniversite ve lise gençliğini içerisinde barındıran,
•Muhalefetin yeterliliğini sorgulatan,
•Demokrasi taleplerini doğrudan isteyen (Temsiliyetsiz),
•Mevcut demokrasi türünü eleştiren, (Katılımcı bir demokrasi biçimini arzu eden)
•Medyanın irtifa kaybettiğini gösteren,
•Dış mihrakların bir şehir efsanesi olduğunu ortaya koyan,
•Siyasal tutumu otoriter bulan,
•Kolluk kuvvetlerini acımasız bulan,
•Ebeveyn-Genç ortak görüşünü yansıtan … şeklinde özetlemek kanaatimizce doğru bir sonuç olacaktır.
Tüm bu bilgiler ışığında:
-Taksim direnişlerine destek veren insanların isteklerinde, karşı durmayı tercih ettikleri olay ve olgularda haklılık payı var mı? Söz konusu projenin iptal edilmesi, projeye devam edilmesi veya proje süresinin ötelenmesi gibi arttırılabilir alternatiflerden hangisinin hayata geçirilmesinin toplumun huzur ve barışının inşası adına, getirisi daha fazla olur? Tüm bu sorular bu araştırma çerçevesinde değerlendirilip bütün alakadarların doğru çıkarımları yapmaları gerekir. Siyasi veya psikolojik okumadan ziyade, harekete sağduyu çerçevesinde bakmak toplumumuza daha fazla yarar sağlayacaktır.
-Çevreci sosyal hareketlerin alt nedenlerini doğuran hızlı nüfus artışı, sanayileşmeye bağlı olarak doğanın tahribatı, dengesiz kentleşme gibi faktörlerin iyi yorumlanması gerekmektedir. Ayrıca katılımcı demokrasinin gereği olarak kendilerini yeterince ifade edemediğini düşünen grupların hak ve taleplerinin dikkate alınmalıdır. Böylece katılıma teşvik, insanların fikir ve görüşlerinin onlarla ve çevreyle ilgili olan kararların alınması aşamasında, değerli olduğu algısının yaratılması, sürece olumlu yönde etki edecektir.
(Sbhaberportal)