Amûde'de 13 Kasım 1960 yılında, kentin tek sinemasında 500 civarında ilk öğretim öğrencinin bulunduğu bir film, gösterimi sırasında bilinmeyen bir nedenle yangın çıktı. Saatlerce süren yangın sırasında 500 öğrenci içinde 283 kişi yanarak, can verdi. Herşey sabah başlamıştı. O gün, okulda bütün öğrencilere talimat verildi: “Bugün sinemaya gidilecek.” Amaç ise Fransızlara karşı devam eden Cezayir bağımsızlık savaşına yardım… Toplanacak paralar, Cezayir'e gönderilecekti. Öğretmenler, öğrencileri zorunlu olarak sinemaya gönderdi. Yaşları 8 ile 14 arasında değişen 500, ilk öğretim öğrencisi annelerinden sinema parası alarak, sinemaya gittiler. Çocuklar, kendilerini oradan bekleyen bir yangından habersiz olarak, 150 kişilik salona 500 kişi, itiş kalkışla yerlerini aldılar. Çoğu ilk defa bir film görecekti. Hayatında sinema ismini bile ilk defa duyuyorlardı. Büyük bir heyecan ile filmin başlamasını beklemeye koyuldular… Kürt çocuklar, ilk şoku aslında filmin başlamasıyla yaşadılar. Çocuklar için hiçte uygun olmayan bir filmle karşılaştılar. Mısır yapımlı “Geceyarısı suçlaması” isimli film, tam anlamıyla bir hayalet niteliğinde. Salonda yükselen bağrışmalar, çığlıklar, yükselirken, sinemanın motor bölümünde bir uğultuyla alevler yükselmeye başlıyor. Filmin korkusuyla yerlerine çakılan yüzlerce çocuk bedenler, can havliyle kendilerini dışarıya atma çabasında. Ancak nafile, 130 metre kare olan sinema salonunda sadece iki dar kapı ve onların geçmesine izin vermiyor. Çoğu tahtadan yapılan sinema salonu kısa sürede yangın nedeniyle çöküyor ve 283 öğrenci, halktan birkaç kişinin bütün uğraşlarına rağmen kutarılamıyor. Ve hayatını kaybediyor. Birçoğunun cesediyse tanınmaz hale geliyor. Olayın üzerinde 50 yıl geçmesine rağmen yangının kim ve kimler tarafından yapıldığı hala resmi olarak, ortaya çıkarılmış değil. Ancak Kürtler, yaşanan yangının baas rejimi tarafından bilinçli olarak yapıldığı inancında. Suriye rejim yetkilerinin yangından sonra hemen gelip hiçbir şey yapmadan,“ Bu bir kaderdir. Yapılacak bir şey yok” açıklamaları da Kürtlerin bu inancını güçlendirmiş.
'DÖNEMİN SURİYE'SİNİ İYİ ANLAMAMIZ LAZIM'
Bu yaşanan olayın üzerinden 73 yıl geçmesine rağmen, hala aydınlanması için bir gelişme olmazken Kürtler de, yaşadığı birçok kentte protesto ve anma etkinliği düzenliyor. 23 yıl önce Berlin'de de faaliyet yürüten Suriye Kürtleri Derneği bir seminer organize etti. Seminere yazar Merwan Otham, dönemin tanıklarından Zinar Şêxmus ve Cemşîd Abdulkerîm katıldı. Seminerde birde Genco Demirer'in yönetmenliği yaptığı dönemi anlatan “Agirê Sînema Amûd ê” isimli bir belgesel film gösterildi. Burada söz alan Merwan Otham, 1960 yıllar öncesine bilmeden Amûde sinemasının yangınını anlaşılmıyacağını belirterek, geçtiğimiz yüzyılın başındaki Suriye dönemini anlattı. Yazar Otham, devamla şunları söyledi:”1950'li li yıllarda, çıkartılan kanunlarla Kurtler, her alanda boğulmaya çalışıldı. İlk önce isimleri yasaklandı. İş yeri, bölge vb. isimlere Arapça sorunluluğu getirildi. Bunları yerine getirmeyenler ya yüklü bir para cezasına çarptıldı yada cezaevine atıldı. Ardından Araplar veya başka kişiler, Kürt bölgesine yerleştirildi. Kürtlerin tarlaları malları zorla alınarak, onlara verildi. Amaç Kürtleri oradan çıkartıp, bölgeyi Kürtsüzleştirmekti.” Yazar Merwan Otham, 1960 yılları Kürtler için önemli bir dönem olduğunu belirterek,” O dönemde Suriye'de ciddi bir örgütleme vardı. Kürt partileri birleşiyor. Mücade adına güzel şeyler oluyordu. Bunu gören baas rejimi böyle bir katliama başvurarak, bir gözdağı verdi. Yaşanan bütün bulgular bize bunu gösteriyor”dedi.
'İLK DEFA SİNEMA GÖRECEKLERİ İÇİN HEPSİ ÇOK SEVİNÇLİYDİ'
Amûde sinemasındaki 500 çocuktan biri olup şans eseri kurtulan Zinar Şêxmus, o günü şöyle anlatıyor: “Ben yaşça çoğu öğrencilerden biraz büyüktüm. Sabah okula gittik hepimiz neşeliydik. Coşkuluyduk. Öğretmenler, bize sinemaya gitmemiz gerektiğini ve bunun zorunlu olduğunu söylediler. Öğrencilerin yüzde doksan dokuzu sinema ve film ismini ilk defa orada duydu. Nasıl bir şey olacağını bilmiyorlardı. Hepsi o akşam öğrenecekti. Hazırlık yapıyorlardı. İlk defa sinemayı göreklerdi. Okuldan dağıldık. Herkes akşam sinemaya gideceği için heyecanlıydı. Ben biraz büyük olduğum için sinemayı biliyordum. Ben ve birkaç arkadaşım geç sinemaya gittik. Ve gittiğimizde sinema doluydu bizde kapı girişinde kendimizde yer bulduk. Film başladı, filmin yarısında tam perdenin ortası alevlendi. Bir ses yükseldi Amerikan filmlerinde görtüğümüz Vietnam'daki patlayan bomba sesi gibiydi. O esnda herkes koşmaya başladı. Biz güney kapısında çıktık. Zaten orada oturuyorduk. Ben tekrar sinemaya döndüm. Neden, niçin? döndüğümü ben de bilmiyorum. Ama içeriye girdim tekrar. Bu yaklaşık 10 dakika bir süreydi içerisi alevler ve dumanla kaplanmıştı. Anlatılmaz bir manzara vardı. Tam anlamıyla bir can pazarı.”
Ertesi günlerde okula gittiklerinde karşılaştıkları manzaranın gözünün önünde hiç gitmediğini belirten Şêxmus, “Sinemadan sonra okula gittimizde sınıflar hepsi boştu. Daha önce cıvıl cıvıl olan sınıflarda tek tük çocuk vardı. O gün ölüm gibi geliyor. Bu kadar yıl geçmesine rağmen bana göre sanki dün yapılmış bir olaydır. Gözlerimin önüne geliyor dayanamıyorum. Onlar gitti, öldüler. Ama biz kalanlar, 50 yıldır hergün her yıl ölüyoruz, psikolojimiz bozulmuş. Neden biz ölmedik? diye kendi kendime soru soruyorum. O kadar şeyler yaşadım ki olaydan 28 yıl sonra annem ve babam öldü yine ağlayamadım” diyerek, duygularını anlatıyor.
'ASKERİ YIĞILMA YAPILDI'
O gün yaşanan manzarayı Halepçe görüntülerinden daha etkili olduğunu söyleyen Zinar Şêxmus,”Halepçe çocuklarının kafaları ayakları ve kolları vardı. Ama Amûde çocuklarının vucutları param parçaydı, tanınmaz haldeydi. Ben, amcamın çocuklarının orada olduğunu bilseydim, belki çıkmazdım onları arardım. Geç kaldığım için gelip gelmediklerini bilmiyordum. Bazen kendimden şupeleniyorum: O kadar katliamı yaşamış biri olarak nasıl bir yaşam sürdürebiliyorum” dedi. Şêxmus da sinemanın devlet tarafından yakıldığına inanlardan. Olaydan sonra yaşananları şöyle aktarıyor: “ Amcamın oğluda orada öldü. Cenazesini eve götürürken yüzlerce askeri araç geliyordu. Bana göre burada bir amaç vardı; bu bilinçli birşeydi buna karşı geliştirilecek herhangi bir halk tepkisine karşı müdahele içindi bu kadar yığılma.”
SİNEMA TEKNİSYENLERİ NEDEN ÖLMEDİ?
Cemşîd Abdulkerîm de sinemada kurtarılan çocuklardan. Şuanda 60 yaşlarda, Abdulkerîm, daha ilk şoku filmin başlamasıyla yaşandığını belirterek,” Biz filmi görürken zaten karanlık salonda korkmaya başladık. Zaten ahır gibi bir yerdi. 150 kişiliğe 500 kişi alınmıştı. Sinema salonu da süslenmişti. Acaba bu bir tesadüf müydü yoksa bilinçli bir süslenme miydi? Ateş çıkınca ilk olarak sevindik. Çünkü film, siyah beyazdı ve korku filmiydi. Perdenin tam ortasında bir alev olunca biz filmden bir sahne sandık ve sevindik. Hatta ilk başta alkışladık. Tabii ateş her tarafa sarınca bağrışmalar başladı ve kapılara yöneldik. Düşenler oldu artık herkes can havliyle bir birine bastı kapılara yöneldiler. Bende ayaklar altındaydım. Birileri elimde tutup kurtardı. O esnada iki kişi daha beni tutmuşlardı o sayede onlarda kurtuldu” diye konuştu. Halkın çocukları kurtarmaya çalıştığını belirten Abdulkerîm, şöyle konuştu:” Askerler kapıları tutmuşlardı bırakmıyordu kimse içeriye girsin. Zaten yangında hiçbir sinema çalışanı ve teknisyeni ölmedi. Bu bir kaza olsaydı ilk önce onların ölmesi gerekiyordu. Çünkü yangın onların yanında çıktı. Ve böyle bir yangından da kurtulmak mümkün değildi. Bu bir plandı. Herkes bugün söylüyor; elimizde delil yok onun için devlet yaptı veya yapmadı diyemiyoruz. Ama ben bunu şunu söylüyorum: Bu olay yüzde yüz baas rejimin bir planıdır. Tek suçlu bu rejimdir. Herkes bunu böyle bilmesi gerekiyor.”
http://www.youtube.com/watch?v=ebL1VHIeeac
Sbhaberportal olarak bir şey söyleyemiyoruz...
'DÖNEMİN SURİYE'SİNİ İYİ ANLAMAMIZ LAZIM'
Bu yaşanan olayın üzerinden 73 yıl geçmesine rağmen, hala aydınlanması için bir gelişme olmazken Kürtler de, yaşadığı birçok kentte protesto ve anma etkinliği düzenliyor. 23 yıl önce Berlin'de de faaliyet yürüten Suriye Kürtleri Derneği bir seminer organize etti. Seminere yazar Merwan Otham, dönemin tanıklarından Zinar Şêxmus ve Cemşîd Abdulkerîm katıldı. Seminerde birde Genco Demirer'in yönetmenliği yaptığı dönemi anlatan “Agirê Sînema Amûd ê” isimli bir belgesel film gösterildi. Burada söz alan Merwan Otham, 1960 yıllar öncesine bilmeden Amûde sinemasının yangınını anlaşılmıyacağını belirterek, geçtiğimiz yüzyılın başındaki Suriye dönemini anlattı. Yazar Otham, devamla şunları söyledi:”1950'li li yıllarda, çıkartılan kanunlarla Kurtler, her alanda boğulmaya çalışıldı. İlk önce isimleri yasaklandı. İş yeri, bölge vb. isimlere Arapça sorunluluğu getirildi. Bunları yerine getirmeyenler ya yüklü bir para cezasına çarptıldı yada cezaevine atıldı. Ardından Araplar veya başka kişiler, Kürt bölgesine yerleştirildi. Kürtlerin tarlaları malları zorla alınarak, onlara verildi. Amaç Kürtleri oradan çıkartıp, bölgeyi Kürtsüzleştirmekti.” Yazar Merwan Otham, 1960 yılları Kürtler için önemli bir dönem olduğunu belirterek,” O dönemde Suriye'de ciddi bir örgütleme vardı. Kürt partileri birleşiyor. Mücade adına güzel şeyler oluyordu. Bunu gören baas rejimi böyle bir katliama başvurarak, bir gözdağı verdi. Yaşanan bütün bulgular bize bunu gösteriyor”dedi.
'İLK DEFA SİNEMA GÖRECEKLERİ İÇİN HEPSİ ÇOK SEVİNÇLİYDİ'
Amûde sinemasındaki 500 çocuktan biri olup şans eseri kurtulan Zinar Şêxmus, o günü şöyle anlatıyor: “Ben yaşça çoğu öğrencilerden biraz büyüktüm. Sabah okula gittik hepimiz neşeliydik. Coşkuluyduk. Öğretmenler, bize sinemaya gitmemiz gerektiğini ve bunun zorunlu olduğunu söylediler. Öğrencilerin yüzde doksan dokuzu sinema ve film ismini ilk defa orada duydu. Nasıl bir şey olacağını bilmiyorlardı. Hepsi o akşam öğrenecekti. Hazırlık yapıyorlardı. İlk defa sinemayı göreklerdi. Okuldan dağıldık. Herkes akşam sinemaya gideceği için heyecanlıydı. Ben biraz büyük olduğum için sinemayı biliyordum. Ben ve birkaç arkadaşım geç sinemaya gittik. Ve gittiğimizde sinema doluydu bizde kapı girişinde kendimizde yer bulduk. Film başladı, filmin yarısında tam perdenin ortası alevlendi. Bir ses yükseldi Amerikan filmlerinde görtüğümüz Vietnam'daki patlayan bomba sesi gibiydi. O esnda herkes koşmaya başladı. Biz güney kapısında çıktık. Zaten orada oturuyorduk. Ben tekrar sinemaya döndüm. Neden, niçin? döndüğümü ben de bilmiyorum. Ama içeriye girdim tekrar. Bu yaklaşık 10 dakika bir süreydi içerisi alevler ve dumanla kaplanmıştı. Anlatılmaz bir manzara vardı. Tam anlamıyla bir can pazarı.”
Ertesi günlerde okula gittiklerinde karşılaştıkları manzaranın gözünün önünde hiç gitmediğini belirten Şêxmus, “Sinemadan sonra okula gittimizde sınıflar hepsi boştu. Daha önce cıvıl cıvıl olan sınıflarda tek tük çocuk vardı. O gün ölüm gibi geliyor. Bu kadar yıl geçmesine rağmen bana göre sanki dün yapılmış bir olaydır. Gözlerimin önüne geliyor dayanamıyorum. Onlar gitti, öldüler. Ama biz kalanlar, 50 yıldır hergün her yıl ölüyoruz, psikolojimiz bozulmuş. Neden biz ölmedik? diye kendi kendime soru soruyorum. O kadar şeyler yaşadım ki olaydan 28 yıl sonra annem ve babam öldü yine ağlayamadım” diyerek, duygularını anlatıyor.
'ASKERİ YIĞILMA YAPILDI'
O gün yaşanan manzarayı Halepçe görüntülerinden daha etkili olduğunu söyleyen Zinar Şêxmus,”Halepçe çocuklarının kafaları ayakları ve kolları vardı. Ama Amûde çocuklarının vucutları param parçaydı, tanınmaz haldeydi. Ben, amcamın çocuklarının orada olduğunu bilseydim, belki çıkmazdım onları arardım. Geç kaldığım için gelip gelmediklerini bilmiyordum. Bazen kendimden şupeleniyorum: O kadar katliamı yaşamış biri olarak nasıl bir yaşam sürdürebiliyorum” dedi. Şêxmus da sinemanın devlet tarafından yakıldığına inanlardan. Olaydan sonra yaşananları şöyle aktarıyor: “ Amcamın oğluda orada öldü. Cenazesini eve götürürken yüzlerce askeri araç geliyordu. Bana göre burada bir amaç vardı; bu bilinçli birşeydi buna karşı geliştirilecek herhangi bir halk tepkisine karşı müdahele içindi bu kadar yığılma.”
SİNEMA TEKNİSYENLERİ NEDEN ÖLMEDİ?
Cemşîd Abdulkerîm de sinemada kurtarılan çocuklardan. Şuanda 60 yaşlarda, Abdulkerîm, daha ilk şoku filmin başlamasıyla yaşandığını belirterek,” Biz filmi görürken zaten karanlık salonda korkmaya başladık. Zaten ahır gibi bir yerdi. 150 kişiliğe 500 kişi alınmıştı. Sinema salonu da süslenmişti. Acaba bu bir tesadüf müydü yoksa bilinçli bir süslenme miydi? Ateş çıkınca ilk olarak sevindik. Çünkü film, siyah beyazdı ve korku filmiydi. Perdenin tam ortasında bir alev olunca biz filmden bir sahne sandık ve sevindik. Hatta ilk başta alkışladık. Tabii ateş her tarafa sarınca bağrışmalar başladı ve kapılara yöneldik. Düşenler oldu artık herkes can havliyle bir birine bastı kapılara yöneldiler. Bende ayaklar altındaydım. Birileri elimde tutup kurtardı. O esnada iki kişi daha beni tutmuşlardı o sayede onlarda kurtuldu” diye konuştu. Halkın çocukları kurtarmaya çalıştığını belirten Abdulkerîm, şöyle konuştu:” Askerler kapıları tutmuşlardı bırakmıyordu kimse içeriye girsin. Zaten yangında hiçbir sinema çalışanı ve teknisyeni ölmedi. Bu bir kaza olsaydı ilk önce onların ölmesi gerekiyordu. Çünkü yangın onların yanında çıktı. Ve böyle bir yangından da kurtulmak mümkün değildi. Bu bir plandı. Herkes bugün söylüyor; elimizde delil yok onun için devlet yaptı veya yapmadı diyemiyoruz. Ama ben bunu şunu söylüyorum: Bu olay yüzde yüz baas rejimin bir planıdır. Tek suçlu bu rejimdir. Herkes bunu böyle bilmesi gerekiyor.”
http://www.youtube.com/watch?v=ebL1VHIeeac
Sbhaberportal olarak bir şey söyleyemiyoruz...